Bu devletin temel ideolojisi oldu.  Kemalizm adı alında yürütülen bu özel siyaset, kendi gibi düşünmeyen, hareket etmeyen, yaşamayan, Türkleşmeyen,  demokrasi ve haklarin hayat bulmasi için  mücadele eden, Türkleşmeyi kabül etmeyen herkesi, en ağır cezalar la, (buna öldürme, sürme, zindanlara kapatma da dahildir), bir şekilde ezdi. Fiziki ve psikolojik işkenceler gibi, en barbar yöntemleri kullandı. Insanlar katledildi, sakat birakıldı, milyonlari aşan insanlari göçe zorladı, kimisi ülke içinde muhacir oldu, kimisi ülke dışına kaçmaktan başka çare bulamadı.  Dört binin üzerinde Kürt köyü boşaltılarak yıkıldı, yakıldı. Türk devleti geçen yüzyılın başlarında baslattığı “Türk olmayan halklari” soykirimlardan geçirdi. Soykirimlardan kurtulanları, çeşitli yöntemlerle asimile etmeye çalıştı. Tüm bu yoketme ve  fiziki olarak onlardan kurtulmak dışında, kültürel jenosidi de pratikleştirdi, geliştirdi ve halen devam etmekte. Tüm bu barbarlıkları gerçekleştirmek için, ordusunu, eğitim kurumlarını, polisini, hukuk kurumlarını, burokrasiyi, “aydın!”lari,  gazeteci ve yazarlari da, resmi ideoloji çerçevesinde örgütledi ve  kullandı. 

Ünitarist, tekçi kafalı bir sisteme karşı, demokrasi yanlısı güçler, zaafiyetleri olsa da başından beri  amansız bir mücadele yürüttüler. Hem Türk solu, hem de diğer halklardan demokratlar, aydınlar ve halktan kişiler bu mücadeleden dolayı, büyük baskılara maruz kaldılar. Tutuklandılar, işkence edildiler, cezalandırıldılar ve  sürgün edildiler. Yani büyük bedeller ödediler. Türkiye’nin zenginliğini oluşturan  halklar, değişik kültürler ve dinler, renkli  bir mozaik demektir. Ama devletin resmi tekçi ideolijisi türklük, bu mozaiği yokederek bozmak istedi. Ama, bu faşist sistem, tam başarıya ulaşacakken karşısına yepyeni bir yapı ile “Kürt Özgürlük Hareketi” çıktı. Sol demokratik mücadeleyi, değişik halkları toptan yokeden bu çagdışı zihniyet, kürtleri de “yoketme cenderesinde” bitirmek, ortadan kaldırmak istiyordu. Fakat başaramadı ve başaramadıgı için de, paniğe kapıldı. Çünkü bir asırdır verdiği uğraşlar, hem içerde hem dışarda bozguna uğruyordu. Resmi ideolojisi çadırdamaya başlıyordu.  Kürdistan Özgürlük Hareketi, Türk devletinin yalanlarını, pisliklerini, inkar politikalarını, militarist yüzünü, hastalıkli begnini gün ışıgına çıkarmaya ve deşifre etmeye başladı. Bu yüzden, Türk devleti, akla hayale gelmeyen uygulamalari, çirkin oyunlarla  Kürtlere saldırdı. Olmadık uygulamalar pratikleştirdi. “Zincir kanunları” ile, tutuklamalar, işkenceler, öldürmeler, sürgünler uyguladi. Kürtleri birbirine kırdırmak için, qedim entrikalar geliştirdi. Köy koruculuk sistemini hayata geçirdi. Kürdistan’da okul, fabrika, işyerleri yerine karakollar, kışlalar inşa etti. Bunlar, Kürdistanda uyugulanan faşizan baskılardan yalnızca birkaç tanesidir. Barbarlık, yıkıp-yakma, talan ve soykırım Türk’ün ismi ile bütünleştiğini dünya biliyor. Onun için, Türk Devleti’nin vahşeti, halkları biribirine düşman edip kırdırma siyaseti, bu dönemde de iyi bir yöntem idi. Oyun tuttu mu? Kısmen!

Otuzu aşkın senedir Belçika’nın başkenti Brüksel’de,  Türkiye’de yürütülen demokrasi mücadelesinin, sürgün şartları elverdikçe, güç elverdikçe ve  değişik yöntem ve yollarla  yanında olmaya çalışıyoruz. Değişik konuları içeren konferanslar, yayınlar, tartışma sempozyumları, toplantılar, görüşmeler yaparak bu çalışmaları yürütüyoruz. Bu çalışmanın daha iyi ürün vermesi için de, dört örgütle, (son aktivitelerde beşincisi de katıldı), kimi zaman ortak çalışmalar yürütüyoruz. Bu örgütler, Info-Türk, Brüksel Kürt Enstitüsü, Belçika’da Demokrat Ermeni Derneği, Ateliers de Solleils ve Brüksel Asurî Enstitüsü’nden oluşuyor. Bu çerçevede bu ayın 23’ünde Türkiye’de insan hakları ihlalleri konulu bir seminer düzenlendi. Asuri Enstitüsünün önerisi üzerine Sevan Nişanyan konuşmacı olarak davet edilmişti. Elli kadar dinleyici konuşmacinin konu ile ilgili fikirlerini merakla bekliyordu. Bir gün sonrasında da Uluslararası Basin Merkezi’nde basın konferansı planlanmıştı. 

Sevan Nişanyan kırkbeş dakika geç geldikten sonra fransızca tercümeyi yapacak değerli bir gazeteci arkadaş ile masaya oturdu. Bir-bir buçuk saatlik konuşması boyunca CHP ve MHP muhalefetinin, haklı olarak, fosilleşmis zaafiyetlerini, ulusalcı/unitarist tavırlarını, “AKP tarafından 2002’den sonra Türkiye’de gerçekleşen devrimini” ve  kazandırdıklarını, “Türkiye’de bla bla bla karakterli sol muhalefeti”nin hiç bir işe yaramadığını anlatıp durdu. Ne var ki otuz seneden beri Türkiye ve Kürdistan’da agır bedeller veren, ülke siyasetinde, AKP, CHP ve MHP de dahil olmak üzere, değişimlere yol açan, Kemalist/militarist devletin tüm çırpınışlarına rağmen demokratik bazı adımların atılmasına önayak olan Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nden bir tek kelime etmedi. O mücadele ki, Türkiye, Iran, Irak ve Suriye ile sınırlı kalmayıp, tüm Ortadogu’da örnek bir mücadele tarzı ve halkların kardeşliğini, birlikte yaşama olanaklarini sistemleştirerek  ortaya koymuştur. Çünkü bu mücadele yalnız Kürtler için verilmiyor. Tüm halklar, tüm  kültürler, inançlar ve bölgelerin demokratik çözümü için, bir yol haritasını (proje bazinda) geliştirdi ve uygulamaya koymuştur. Bu hareketin ideolojisi çerçevesinde tüm bu ülkelerde önerileri tartışılıyor artık. Buna rağmen konuşmacı Sevan Nişanyan, derman olsun diye birkaç kelimelik de olsa soz etmedi. Bu nasil bir ezberciliktir, bu nasil bir sevdadır ki, kendi katiline aşık olunuyor?

Sevan Nişanyan’ın konuşmasını bitirmesinden sonra tabii olarak dinleyicilerden bir kaç arkadaş ve ben bu eksiği hatırlattık, bu konudaki fikirlerini de sorduk. Ne yazik ki hatırlatmalarımıza, sorularımıza karşısında,  Sevan Nişanyan, susmaya devam etti. Fakat dinleyiciler diretince,  Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin, Türkiye genelinde katkılarını ve kazandırdıklarını hatırlatınca, agzındaki baklayı çıkardı. Sevan Nişanyan “ben bu konuda ayrı düşünüyorum, Kürt muhalefeti aşırı milliyetçi ve tehlikelidir dedi. Ben bu muhalefeti, bu düşünceyi,  “nazist” (Nazi) olarak tanımlıyorum. Sevan Nişanyan, yüksünme duymadan ve tarihsel gerçekleri ayaklar altına alarak, üstlenmesi gereken misyonunu da unutarak; “Eğer ben Fırat’in ötesinde olan bir Arab, bir Türk, Alevi, Asurî veya Ermeni olsaydım çantamı alır o bölgeden, arkama bakmadan ayrılırıdım” diye cevap verdi. Bu ne menem, ne günehkar bir cevaptır ki, bir ermeni “aydınının” agzından çıkıyor? Tercüman arkadaş duyduklarına inanamadı, inanamadigi için de olacak ki, yanlış duyduğunu varsayarak, Sevan Nişanyana  söylediklerini tekrarlattırdı. Bu sefer de, Sevan Nişanyan, “Kürt muhalefeti demokratik açılıma sebeb olmadı, demokratik açılımın gecikmesinde önemli bir faktör oldu. Kürt hareketinin devletle olan son çözüm sürecinin de kimin tarafından yönetildigi belli degil” dedi. Yani pot uzerine pot kırdı. Bir çok dinleyici bu açıklamaları protesto edercesine  haraketlendi  ve yüksek sesle karşı çıkınca; “Nazi bezetmesini geri alıyorum” dedi. Fakat iş işten geçmişti ve Sevan Nişanyan gerçek yüzünü ortaya koymuştu. Bir asırdan fazladır Türk devletinin faşizan, ırkçı karekterini susup Kürdistan muhalefetini “Nazizm” diye adlandırıyordu.  Üstelik o devlet ki onun da tabii oldugu Ermeni, Asûrî/Süryani ve daha onlarca halkı soykırımlardan, (fiziki, kültüri, dini açıdan) geçirdi. “Yazıklar olsun sana” demekten kendimi alamadım. Aydın insan eleştirir. Hataları dürüst bir şekilde söyler. Ama yapıcı olur, gerçekçi olur.  Demokrasi mücadelesinde bedel veren hem Kürdistanlı, hem Türkiyeli muhaliflere o derece hakaret etmek ahlaklı bir davranış degil. Böylesi bir tavır ve düşünce de kabül edilemez. Öyle sanıyorum ki, Sevan Nişanyan, bu kabül edilemezliği, bu densiz söylemlere karşı haklı çıkışları yeterince duydu! Yüzü kızardı mı bilmiyorum.

Zamanında NV-A (Flaman Partisi) Genel sekreteri Yahudi jenosidinin bazı çevrelerce istismar edildiği yönünde bir açıklama yapmıştı. Yahudi örgütleri, bu açıklamanın ardından adama öylesine bir saldırdılar ki, ülkenin en büyük partisinin başkanı şu açıklamayı yapmak zorunda kaldi; “beni yanlış anladınız,  sözüm Yahudi jenosidi ile ilgili olumsuz bir şey değil, o’nu istismar edenlere yönelikti. Fakat bu sözlerim yanlış anlaşıldığı için özür dilerim” dedi. Yahudi sözcüleri de bunun arkasından “beyefendinin özürünü kabül ediyoruz, fakat unutmayacağiz” diye cevap verdiler. 

Sevan Nişanyan’ın da, söylediklerini, kime hitap etmek istediğini, kime yaranmak peşinde olduğunu, neden bu konuşmayı yaptıgını öğrenmiş olduk. Ama Sevan Nişanyan ve  onun gibiler, neler düşündüklerini ve niçin böyle söylemlerde bulunup kimilerine mesaj verdiklerini  biliyoruz. Artik bu tip “paradoksal düzene yaranmak peşinde olan aydınları da” tanıyoruz. Sevan Nişanyan, özürünü de kabül ettik, ama  unutmayacağımızı da bilmeni istiyoruz. Bunu bir kenara not et!

24 Haziran 2013 

F
E
E
D

B
A
C
K